19.12.2012

başlıksız

kahvesinden bir yudum aldı. Çok gücüme gidiyor. Sigarasını dudaklarına götürürken aklına kızının dırdırları geldi. Baba sigara içme artık yeter.. Şimdi bakanlık msteşarlığında deri kkoltuğunda oturmuş eski gariban arkadaşına bakarken tüm geçen 10 yılı düşündü. Deymiş miydi acaba? Hayatını bu kadar alt üst edeceğini aklına getirmemişti hiç.  Arkadaşı , ne gücüne giden abi dedi. Cevap vermedi. Söylenecek şeyler arttıkça sözler eksiliyordu. Hangi birinden bahsetse bir diğeri havada kalacak onca şey. Gençlik hayalleri, potansiyeli, düşünceleri, iançları,davası... Evet o bir dava adamıydı. Her zaman. Neye inandıysa bu yaşına kadar ardında deli divane koşmuştu. Ve her seferinde koşunun sonunda aynı şey olmuştu. Yalızlık.İçine düştüğü bu kargaşadan nasıl çıkacaktı? Herşey muammaydı. Bilemezdi. Kimse bilemezdi. Uzun bir sessizliğin ardından Allah biliyor dedi.Evet bi tek O biliyordu. Ne olacak, ne olmayacak... Hayat denilen bu çapraşık yolda düşe kalka ilerlerken insanlara olan güveni o kadar sarsılmıştı ki. Bir tek O'nla konussur olmuştu. ama onun da gücü buydu. Geçici hayata ve onun güzelliklerine ya da kötülüklerine kanmamaktı. Bu yüzden yenilmezdi. ama zahir böyle işlemiyordu.

12.12.2012

türk filmi

merhaba blogum,
bugün aslında nöbetçiyim. ama dahiliyeciler git dedi. :) ben de geldim. biraz yılan hikayesine dönen çalışmamla ilgilendim. bu yazıyı sonra okuduğumda acaba o çalışma bi yerlerde yayınlanmış olacak mı bakalım. ne diyodum hı işte onla oyalandım. sonra namaz kıldım, yemek hazırladım. emrah gelsin diye bekliyorum işte. biraz uykum geldi. yapacak bi şey bulamadım ben de tvde turkfilmi buldum onu izliyodum. türkan soray ayşem diye bi film. masal gibi başladı ama acıya bağlamak üzere. neden hep böyle oluyor o zaman izleyesim gelmiyor. bir kaç gündür namaz kılıyorum. havalar soğudu. kar bi kez uagdı ama sık sık yağmur yağıyor. bu türkfilmlerinden gördüğüm kadarıyla avrupa özentiliği bizde hep mi bu kadar komik durmuş acaba? saçma sapan danslar filan. komik tipler. saçma kahkahalar filan. usta kuyumcunun elinde nadide mücevher olan vahşi bir güzelmiş türkan şoray :) vay beee. metaforun daniskası. metafor ne diye dün emrahla tartışıyoduk da sonunda ikimiz de yanlış kullanıyormuşuz :) metafor bizim bidiimiz benzetmeymiş. bi de yeni moda oksimoron :) absürt gibi bi şey yani. ne saçma şeyler di mi. ironi paradoks filan. hayret yani illa herşeyi adlandırıcaz ya. anaam adama bak, türkan sorayı kandırıp iğfal eden adam meğersem eliymiş. bak pislik.. erkek milleti mi? ne dersin? kız milleti de kanmasın canım. iki güzel laf edince hemen eriyolar. aha adam valla da gitiş, istanbula dönmüş. bi de mektup bırakmış. pislik ya kız hamie kalırsa? di mimkesin kalır zaten. arkadaşlarım hamle olmak için uğraşıp duruyor bizim senaristlere birilerinin bunu anlatması gerek die düşünüyorum çünkü hala çekilen dizilerde filmlerde böyle oluyor :) türkan soray bir köy kızı filmde. o kadar güzel bir köyki. belki artık bu kadar güzel değildir? orda olmak isterdim. bugün ruj sürerken alt dudağım yırtıldı :) ruj sürerken de dudağına hasar vermek ne kadar komik di mi? hıh ayşe hamileymiiiiş , güneş çarptı sandılar, bayıldı. dr da tebrikler dedi kızın anne oluyor :) çok komik. amaan ben de sana anlatıp duruyorum. acıktım. emrah da gelmedi daha. oooh dedesi de bizi çamura attın filan diyor. alnı karalı, kötü olmuş. ulan şimdi kimin eli kimin cebinde belli değil. halbuki  sırf bu yüzden kaç kızın hayatı mahvolmustur.

3.12.2012

dahiliye yb rotasyonu

Biliyorsun ki kasım ayını kardiyoda yatarak geçidim. aslında ben tam polikliniğe alışmış, tam gaz çalışırken birden kardiyoya gidince bozulmuştum tabii adaptasyon uzun sürmedi. neyse geri polikliniğe inerim derken bi öğrendim ki aralık ayında dahiliyeye gidiyorum. Yoğun bakım yapmamıştım, orda da cadı bir hoca var melda, hep o duruyor arada bir benm genel dahiliyede çalıştığım gülbin hoca geçiyor ki o benim hastaede en saygı duyduğum ve en sevdiğim hoca, işte bu ayda da o bakıyormuş:) bugün 9da gittim geç kalmıştım ve hala gülbin mi melda mı belli değildi. gittiğimde visit başlamıştı bi baktım gülbin hoca :) tabi eğer melda olaydı ilk günde visite de geç kalmışım, bu ay geçmezdi artık :) neyse visitten sonra hoca isterseniz hiç gelmeyin benim için farketmez demesin mi:) oooh, visit bitti, biraz oyalandım, 10 bucukta çıktım hatsneden. taksiye binecektim ama hava öyle tatlıydı ki. adana kış başı gibi tıpkı. hava kapalı, rüzgar esiyor ama üşütmüyor, arada bir kaç damla yağmur çiseliyor. sarı yapraklı ağaçlar, toprak kokusu. yürüdüm ben de. eve giderken akşama patetes yemeği yapayım diye karar verdim ve markete gidip patetes soğan aldım. ilerdeki kasaptan da et alacaktım ama marketten benden önce çıkan yaşlıca bir teyzenin elindeki poşetleri görünce dayanamadım. yardım edeyim dedim, onula yürüdük. evine kadar götüreyim diye ısrar ettim ama izin vermedi ben de belki evini öğrenmemi istemiyordur diye düşündüm ısrardan vazgeçtim. sonra aklıma oralarda başka bir kasap geldi. ordan et aldım. eve geldim, bir kaç lekeli çamaşıra deterjan döküp belettim, öğlen yemeği yedim (dolapta önceden kalan kabak yemeğimi) çay semledim,salondaki koltuğa oturup, tv açtım ama sesini kıstım çünkü biraz ders çalıştım. uyku bastırdı 1 saat kadar uyudum sonra kalktım, yüzümü yıkamaya gittiğimde içimde bir namaz kılma istei oldu. abdest alıp akşam namazı kaıldı. heralde tetzeye yardım ettiğim için oldu diye düşündüm. sonra patates yemeğine koyuldum bi yandan da mutfak dolaplarının dışını sildim. emrah yüksek lisans dersinde bu akşam . dokuz bucukta geliyr. yemeğimi yedim, çay koyup duşa girdim. ve işte tatata taaa .. nedense sana bugün yaptığım her şeyi anlattım. ama eklemeden edemicem. şimdi cumadan pazara cemyılmaz gösterisi vardı ankarada ama bizim haberimiz olmamış bilet bitmişti. emrah da günlerce korsan biletlere filan baktı ama olmadı bi türlü. dün saat 4te ki ankaradaki son gösteisine sadece 3 saat kalmışken bilet bulduk. 250 tl, al be dedim. o kadar çok istediğini bilmiyordum çünkü. günlerdlir başka bi şey konusmuyor ve deli gibi sürekli face, ekşi, twitter, sahibinden com filan gibi sitelerden sürekli cem yılmaz bileti, yorumu şusu busu. aradık adamı, 4e kadaar başkasına sözüm var olmazsa dönerim ded ama saat 3 bucuk. dedim 300 tl de. yok adam söz verdiyse kabul etmez, ben olsam sinirlenirim, söz sözdür filan diyor ya bi teklif et dedim. mesajı attık 3 dk sonra gel al kardes die bi yanıt:) çok para ama yaa diyor en pahalı bilet 130tl ya bpşver dedim ama nasıl elleri terliyor adamdan cvp beklerken. o kadar çok istediği şey benim sevgilimin gücümüz yettikten sonra 300 tl ne ki. neyse aldık bileti, sonra emrah gösteriye gitti. ama nasıl mutlu.. canım benim... onu uzuuuun zamandır bu kadar keyifli görmemiştim. eve geldi, dans ediyor (emrah!), şarkı söylüyr (emrahtan bahsediyorum!), saçma sapan gülüp benim taklidimi yapıyor filan ::) sen ayda bir git bu cemyılmaza yaa dedim. parası neyse veririm :) işte böyleee... sevgili blogum, hayat hep böyle gider inşallah... babacığımın mahkemesi hayırlısıyla bitsin, ailem , ben sağlıklı kimseye muhtaç olmadan bu dünyada hep beraber yaşayalım..oooh misss:) emrah aradı, geliyormuş... öpücükler blogum....

dahiliye yb rotasyonu

Biliyorsun ki kasım ayını kardiyoda yatarak geçidim. aslında ben tam polikliniğe alışmış, tam gaz çalışırken birden kardiyoya gidince bozulmuştum tabii adaptasyon uzun sürmedi. neyse geri polikliniğe inerim derken bi öğrendim ki aralık ayında dahiliyeye gidiyorum. Yoğun bakım yapmamıştım, orda da cadı bir hoca var melda, hep o duruyor arada bir benm genel dahiliyede çalıştığım gülbin hoca geçiyor ki o benim hastaede en saygı duyduğum ve en sevdiğim hoca, işte bu ayda da o bakıyormuş:) bugün 9da gittim geç kalmıştım ve hala gülbin mi melda mı belli değildi. gittiğimde visit başlamıştı bi baktım gülbin hoca :) tabi eğer melda olaydı ilk günde visite de geç kalmışım, bu ay geçmezdi artık :) neyse visitten sonra hoca isterseniz hiç gelmeyin benim için farketmez demesin mi:) oooh, visit bitti, biraz oyalandım, 10 bucukta çıktım hatsneden. taksiye binecektim ama hava öyle tatlıydı ki. adana kış başı gibi tıpkı. hava kapalı, rüzgar esiyor ama üşütmüyor, arada bir kaç damla yağmur çiseliyor. sarı yapraklı ağaçlar, toprak kokusu. yürüdüm ben de. eve giderken akşama patetes yemeği yapayım diye karar verdim ve markete gidip patetes soğan aldım. ilerdeki kasaptan da et alacaktım ama marketten benden önce çıkan yaşlıca bir teyzenin elindeki poşetleri görünce dayanamadım. yardım edeyim dedim, onula yürüdük. evine kadar götüreyim diye ısrar ettim ama izin vermedi ben de belki evini öğrenmemi istemiyordur diye düşündüm ısrardan vazgeçtim. sonra aklıma oralarda başka bir kasap geldi. ordan et aldım. eve geldim, bir kaç lekeli çamaşıra deterjan döküp belettim, öğlen yemeği yedim (dolapta önceden kalan kabak yemeğimi) çay semledim,salondaki koltuğa oturup, tv açtım ama sesini kıstım çünkü biraz ders çalıştım. uyku bastırdı 1 saat kadar uyudum sonra kalktım, yüzümü yıkamaya gittiğimde içimde bir namaz kılma istei oldu. abdest alıp akşam namazı kaıldı. heralde tetzeye yardım ettiğim için oldu diye düşündüm. sonra patates yemeğine koyuldum bi yandan da mutfak dolaplarının dışını sildim. emrah yüksek lisans dersinde bu akşam . dokuz bucukta geliyr. yemeğimi yedim, çay koyup duşa girdim. ve işte tatata taaa .. nedense sana bugün yaptığım her şeyi anlattım. ama eklemeden edemicem. şimdi cumadan pazara cemyılmaz gösterisi vardı ankarada ama bizim haberimiz olmamış bilet bitmişti. emrah da günlerce korsan biletlere filan baktı ama olmadı bi türlü. dün saat 4te ki ankaradaki son gösteisine sadece 3 saat kalmışken bilet bulduk. 250 tl, al be dedim. o kadar çok istediğini bilmiyordum çünkü. günlerdlir başka bi şey konusmuyor ve deli gibi sürekli face, ekşi, twitter, sahibinden com filan gibi sitelerden sürekli cem yılmaz bileti, yorumu şusu busu. aradık adamı, 4e kadaar başkasına sözüm var olmazsa dönerim ded ama saat 3 bucuk. dedim 300 tl de. yok adam söz verdiyse kabul etmez, ben olsam sinirlenirim, söz sözdür filan diyor ya bi teklif et dedim. mesajı attık 3 dk sonra gel al kardes die bi yanıt:) çok para ama yaa diyor en pahalı bilet 130tl ya bpşver dedim ama nasıl elleri terliyor adamdan cvp beklerken. o kadar çok istediği şey benim sevgilimin gücümüz yettikten sonra 300 tl ne ki. neyse aldık bileti, sonra emrah gösteriye gitti. ama nasıl mutlu.. canım benim... onu uzuuuun zamandır bu kadar keyifli görmemiştim. eve geldi, dans ediyor (emrah!), şarkı söylüyr (emrahtan bahsediyorum!), saçma sapan gülüp benim taklidimi yapıyor filan ::) sen ayda bir git bu cemyılmaza yaa dedim. parası neyse veririm :) işte böyleee... sevgili blogum, hayat hep böyle gider inşallah... babacığımın mahkemesi hayırlısıyla bitsin, ailem , ben sağlıklı kimseye muhtaç olmadan bu dünyada hep beraber yaşayalım..oooh misss:) emrah aradı, geliyormuş... öpücükler blogum....

26.11.2012

pazartesi işi astım bir tatil günü felekten çaldım :)

merhaba sevgili blogum,

bugün boş hafta sonumun cumasının hemen arkasından gelen pazartesi ve anladığın üzre halen tatil modumdayım. çok çok güzel değil mi? bu sabah uyandım hatta annemi de beni 7 bucukta uynadır kahvaltı yapıcaz diye tembihlediğimden bir de 7 bucukta kalktım:) ama bi anlamı oldu mu yok, yatakta sağa sola dönerken acaba gitmesemmi ki bugün diye içimden geçirmeye başladım. kendimi ikna cümlelerim tanıstırayım,  ''kardiyo da bitiyor ulan bu son haftam zaten'', ''eline bi daha ne zaman geçecek bu fırsat'', '' zaten hoca sormuyor bile başkası olsa hiç gitmezdi'', ''zaten mens de oldum tüm gecem terle kuru uyan uyu die geçti , hastayım yani:)''... emrah banyoya giderken ben elime telefonu alıp önce saatin alarmını ileri kurdum , sonra mesaj kutuma kardiodaki arkadaşşa mesaj yazmak üzere girdim. üç bes mesaj yazıp silme denemsnden sonra bi tanesinde karar  kıldım. emrah geldiğinde ben gitmiyorum deyip yorganın içine fışır fışır sardım kendimi. sonra emrah gitti, ben de geri bıraktım kendimi uykunun tatlı terli ılığına. mens olduğum için o kadar çok terlemiştim ki. neyse gözümü ezanla açtım. bi baktım saat 12ye geliyor. bildiğin zıpladım yataktan. hem tembel hem de uykuyu sevmeyen bir  ikilemi aynı bünyede taşımak çok sıkıntılı. cumartesi bi önceki gece 3bucukta uyuduğum için 12ye doğru kalktım. pazar günü de  günü kaçırmayım diye saatimi 9 bucuğa  kurdum. ve erken kalktım. pazar günü 9 bucukta kalkıp pazartesi 12de uyanmak çok komik. ama şöyle bakarsan tatil günü erken kalkıp tüm günü doya doya yaşadım, iş günü ise işi asıp öğlene kadar uyudum :) nasıl ama :) işte böyle sevgili blog ben de kalktım çamaşır makinasna çamaşır attım.  sonra kendime basit bir kahvaltı hazırladım. keyifle kahvaltı yaptım. annemi aradım, emrahı aradım faturamı ödettim emraha:) sonra salona geldim laptopu aldım elime sana bi şeyler yazim de bu güzel günü unutmayım dedim. sana ne anlatıcam dün emraha annanleri epedir aramıyoruz arayıp bi konusalım dedim. babasını aradı önce sonra bana verdi konusurken (ben hep siz diye hitap ediyorum ya, anne baba demiyoruz)merhabadan sonra boş bulunup mustafa amca demeyeyim mi. bi gülme geldi ben onu savusturdum. bu sırada emrah tabi şaşkın gözleriyle bana bakıyodu , o da gülünce ikinci gelen gülmemi savuşturamadım. adam bi şey sordu cevap veremedim kendimi halının üstüne attım dizlerimin üstünde gülmemeye çalışıyorum bu arada adamcağız alo alo filan diyor, emrah bana bravo anlamında baş parmağını havaya kaldırınca artık dayanamayıp teli eline verdim ve koşarak kendimi evin en uzak odasına attım. yerde deli gibi gülüyorum, o kadar şaşaladım ki telefonu kapamayı bile akıl edemedim. adama telefon kesildi derdik. emrah da ne diceğini bilemeyince ben seni ararım dedi ve kapayıp yanıma geldi. neyse tekrar aradık sakinleşince ben de elimde çay vardı üstüme döküldü yandım biraz da telefonu emraha verdim kusura bakmayın filan dedim. neyse işte konustuk sonra ama adam demesin mi senli benli olalım bana siz diye hitap etme. valla mümkün diil, üzgünüm. benim içim siz olmaya devam edecek. sen demem için baba demem lazım ama düşünüyorum da o zaman bile sen diyemem ki. nasılsınız mustafa bab filan derim heralde. ben dayıma bile siz diyorum biz de böyle öğrenmişiz. amaan neyse işte öyle komik bir andı. senle paylaşmak istedim. bugün makale çeviricem. makinada çamaşır var, onalrı çıkarınca banyoya girerim. işte böyle sevgli blog. sevgiler :)

23.11.2012

boş hafta sonunun cuma akşamı

şimdi bu nasıl başlık diyebilirsin. belki ben de yıllar geçtikten sonra bu yazıyı okurken başlık zihnimde şu andaki imgelemini yaratmayabiir diye açıklama yapim. şöyle ki, hafta sonları nöbet tutan bir ansancık boş hafta sonlarını pembe kalple işaretler. o günlerin gelmesini dört gözle bekler. hani normal insanların farketmeden kullanıp harcadığı o dört hafta sou tatili sen de 1 tane olunca o kadar kıymetli oluyor. neyse işte bu hafta sonu da benim boş. üstelik cuma gecesindeyim henüz. yani en güzel tatil günü. benim 2 hafta sonum boş. 1 sene kadar sonra 1 hafta sonuna düşerim heralde. ilkokuldayken de perşembeleri cumadan daha çok severdim biliyor musun? hatta karar veremezdim üstünde düşünürdüm cumayı mı perşembeyi mi daha çok seveyim die ve perşembe hep galip gelirdi:) ne saçma. cuma günü tatil olmayı değil, perşembe günü ertesi gün gelecek olan tatili beklemeyi daha çok sevmek. o zaman sevdiğin ne ki? tatil değil demek ki, içimde hissettiğim o duygu. her neyse bi yandan tv izlerken felsefe yapamıyor bu faslı burda bırakıyorum. gelelim bu güne. ben kardiyo rotasyonundayım. o sebeple visit bitince işim de bitiyor. genelde öğlenleri çıkıyorum hastaneden. dün nöbetçiydim biliyorun. bugün hoca visite erken geldi ilk defa. 9 45te işi bitmişti. ben eve gelebilirdim ama malesef anahtarım yoktu. benm anahtarımı gülşene verdiğimiz ve yenisini de yaptırmadığımız iiçin emrah bana öğlen yüksek lisansa giderken bırakacatı. ve ben de 12 bucuğa kadar hastanede bekledim. öğrencilere nöroloojik muayne anlattım, makalelerimi çıkarttım,kitap okudum, öğle yemeğimi yedim filan sonra emrah geldi. eve geldik. o da açmış tatlım benim, pilav syledi kendine. bense inanılmaz halsizdim neden bilmiyorum ki hala öyleyim. dün gece hiç telefon çalmadı ama ben de nerdeyse hiö uyuyamadım. bi tuhaflık var bende. bitmeyen bir halsizlik hiçbişey yapmamama rağmen yorgunluk, asteni hali. yeniden dostinex başladık. prl iyice yükselmiş. yan etkileri aslında belki de ondandır. ama artık içmem gerekiyordu bak 5 gündür adetim gecikti. artık her yerim şipşiş çok sıkıldım bu halden. neyse emrah yemeğini yerken ben salondaki koltuğa uzandım. üstümü örttü. orada bir uyumuşum 3 saat sonra gözümü açtım. zorla kalktım banyo yaptım sıcacık. sonra emrah geldi. pizza söyledik, karnımızı doyurduktan sonra emrah koltukta uyuyakalan oldu bu kez. ben de 2 bardak çay içtim, laptop kucağımda tv açık dizi filan öyle takılıyorum. üstümde battaniye başımda ağrılıkla. üşüyorum bi türlü ısınamaadım bu akşam. midem bulanıyor hasta mı oluyorum anlamadım? inşallah olmam. biliyor musun dün sana yazdığım eski yazıları okurken pınar evlenirken ona yazdığım bi yazı okudum. hüzünlendim mutlu oldum filan işte ona gönderdim. bana o kadar saçma ve soğuk bir cevap yazmış ki. kendime söz verdim işim düşmedikçe artık onu aramıcam. hani hep diyodum ya arkadaşlığımız bitmiş aslında filan die gerçekten öyle. bana değer vermiyor artık ve ben hala buna nasıl oluyor da üzülüyorum onu anlamıyorum. bir de üzücü olan ne biliyor musun artık şöyle düşünüyorum o beni sevmemiş, arkadaş dost filan olmamışız sadece kullanmış beni. yalnızken herşeyi yapmış tüm eksiklerini benle tamamlamış. şimdi bana ihtiyacı yok o kadar kolay da sıyırdı beni hayatından. ama kendi bilir. herkese kendi yeni hayatlarında mutlulukar olsun. di mi? emrah 100. uykusunda. ben de kendime bi bardak daha çay alayım bari. hadi sonra görüşürüz ben uzun ve keyif dolu isim tamlamamA geri dönüyorum. bış hafta sonumun cumasına:)

22.11.2012

çam kolonyası

neredeyim? nöbette, karadeniz yeşilerinin arasına gençlik heyecanlarımı mahcup yaşadığım günlerde? sislerinin ardına sakladığım utangaç hallerim, yeni yetme. ve dostluğu, aşkı, gelecek planlarını bile sanki günlerce tırmanıp vardığı zirveden bakir  yeryüzüne bakan bir  dağcınn hissiyatıyla yaşarken. şimdi nerden de çıktı diyeceksi. bilgisayar masasının üzerinde bir kaç gündür duran yeşiil bir kutu var. dikkat etmemiştim, şimd, baktım üstünde çam kolonyası yazıyor. elime damlattım kokusu hoşuma gitti. sonra emraha alsam dedim, iş yeine götürürdü. googlea yazdım aratırken onur akının çam kolonyası diye bir şarkıısnı buldum. giriş 2 satır haiç kaldır at şarkıyı ama o 2 satır, onur akının niceeedir dinlemediğim ses ve bu koku beni alııp götürdü 16-17 yaşıma. o rabişi çoook özlüyorum. bana ait bir odam olsa yine akşamları girsem o odaya. bana ait bir dünya olsa orda. bir masa lambası sarı ışıklı, mavi masamın üzerinde bir kalem ve beyaz kağıtlar olurdu eskiden sonraları yerini klavye alsa da masada beyaz minik laptopum durdu. ben kendimi anlatsam, sessizlik beni dinlese. dillendirdiğim sorulara insanlardan duyamadığım yanıtları ssszilikten alsam. ruhumun düğümleri çözülse eskisi gibi. ılısam, yumuşasam. dilediğim şarkıyı çalsam. belki bi de sigara yaksam... sonra kendi duygu selimden yorulup dursam öyle, hiç kıpırtısız. gözlerim bir noktada sabit. sonra deriiin bir iç çekiş, yüzümde iç hesaplarını tamamlamış insanların mtebessüm ve kalender ifadesi. ve içimden şükrederek kalkıp ailemin yanna gitsem. ....aman beeeee.........

18.11.2012

mutlu pazar

selam sevgili blog, bugün mutlu bir gündü. senle hep acılar paylaştığımdan müzdariptim bir süre. halbuki insan mutlu olduğu günleri de kaydetmeli di mi? hafızadan kolay silinen böyle günlere insan ömrünün ihtiyacı oluyor halbuki. o zaman yazıyla varlıklarını koruyorlar. somutlaştırdığın mutluluklar belki böylece var olduklarına kendini inandırıyor. bugün bizim yıl dönümümz. birinci güzellik bu. 7 . yıl :) 18 kasım 2012 . 2005te başlayan bu hikaye hala devam ediyor. üstelik çok zengin çok dolu. 7 senenin büyümenin, kırılma noktalarının, kararsızlıkların, hayal kırıklarıın, sevginin doldurduğu ve hala aynı tazelikte olduğu için şükrettiğim , bir hikaye. bizim hikayemiz. başkaları için sıradan bizim için olağanüstü:) herkesin ki kadar işte. 2. güzel olma sebebim bugünü ailemle tüm sevdiklerimle geçirmiş olmamdı. bu sabah annemler bize kahvaltıya gelecekti. sabah 9 da uyandım. yatakta yalnız uyandım çünkü emrahla dün gece salondaki kanepede birbirimize sarılıp uyuyuakalmışız. ben uynadığımda 2 bucuktu. emrah ben burda yatıcam dedi ve anında uykuya daldı. ben de onu hadi kalk olmaz diyemeyecek kadr uyku mahmuruydum. sallana sallana içerden yorgan getirip üstünü örtmeeyi akıl edebildim. ama yastık getrimeyi düşünememişim:) sonra da yatağa yattım ve rüya alemine dalmışım. dalmak ... neydi ingilizce kelime vardı... bu aralar vocabulary die bir sitede kelime bulmaca oynuyorum da. neyse işte kelimeyi de hatırlayamadım zaten. sabah uyandım saat 9 da. annemler gelecekti die kalkayım ddm ama gücüm yok. emrahın yanına gittim biraz sarılıp yattık sonra 9 bucukta annemi aradım. geliyoruz dedi. kalktım ben de evi toparladım çayı koydum kahvaltı hazırlamaya basladım. patates kızarttım, yumurta pişirdim biraz fazla sulu olmuştu, sucuk pişirdim. annemleri aradım çıkıyoruz dedi, ekmek ve simit istedim:) emrahı kaldırdım sonra da o da kaşar filan almaya gitti markete. sonra herkes geldi. oturduk boll kalorili ve muhabbeti bir kahvaltı yaptık. sanırım kalori ile mutluluk baya at başı giden iki şey. yapacak bi şey yok. kabulleniş... :) sonraa sofrayı kaldırık. emrah hepimize kahve yaptı. anneme dedim kapat fal bakayım. bu arada babamla yusuf uyumaya gittiler teker teker:) onlar uyuya dursun biz oturup fal baktık netten kiralık ev baktık belki bu sene emrahla emek 8e filan taşınabiliriz şu servis ve araba paardoksundan kurtulmak için. sonra babam uyandı annemle ikisi bahçelide yürürüşe çıktı. emrah da diğer laptopa format atmakla uğraştı. yusuf uynadı . 1 saatten fazla süreden sonra annemler geldi. akşam yemeği için balık pişirtmeye gittik biz de emrah yusuf ben . annem o arada bir tarhana çorbası yapmış ki eve geldiğimizde burnum çılgın bir lezzet ve anılar yolculuğuna çıktı. ben salata yapmaya geçtim mutfağa sonra balıklar da geldi. sofrayı kurduk balık salata çorba ardından aldığımız tahin helvası ile tahin pekmez:) veee boolll kalorili bir öğün daha. annem babam yusuf karatay diyetine başlayacaklarmış da ona nazire yaptık resmen:) afşyetlen hamsileri yedikten sonra çay içtik bu arada ben bulaşıkları önce makinbaya girecek şekilde yıkayıp sonra balık kokar die baştan elimde yıkadım. emrah yıkama tatlım maklinayı çalıştıralım dedi ama makina bomboş valla olmaz dedim:) nese sonra salonda haberler eşliğinde bir çay faslı daha yaptık annemler kalkacak oldular ben de yavaaaş yerler yaaş agaaaa dedim bir işler güçler göndermesiyle ama babama dün pantolon filan almışlar da paçası yapılacakmış bugün alacaklarmış o kapanmadan gidelim dediler. bi de babam diyo ki biz altıda kalkıyoz senin gibi 9da değil . ben de 8 de kalkıyorm dedim. ama gittiler. onlar giderken her zaman birlikte yaşayabilseydik keşke diye içim sızladı. benim ütopyam da bu işte. tüm sevdiklerimle birlikte aynı evde yaşamak. olmaz ya zaten adı ütopya. ama böylesi bir günü böylesi bir günle kutladığımız için çok mutlu ve müteşekkirim rabbime. haa dersen ee yıl dönümü kutlaması onu da dün yaptık. önce vangogh alive die bir sergiye gittik sonra da romantik akşam yemeği formatında bir yemekle taçlandı. gerçi içinde biraz kavga didişme de vardı da. çünkü ben dün 80 liralık fön makinasını kufördeki adama tüm saflığımla güvenip 140liraya aldım ve bu sebepten işte biraz gerildik. neyse ama sonra barıştık ve dans ettik oynadık ohoo dünü de anlatmam lazım aslında. belki başka zaman. ama sanırım anlatmayı unuturum sonra da hepten unuturum:( sence biraz seni ihmal mi ediyorum. yani kendimi? sanırım öyle oluyor. bu konuya eğilmek lazım. işte böyle cnm.. evrene sevgiler.......

16.10.2012

poliklinikte korkunç bir gün

tükendim!! blog mahvoldum bugün. ayy bitmiyor. saat saha 4. valla o kadar çok çalıştım ki. bi de hep acaip şeylerle uğraştım. enerjim soğruldu. :( mutsuzum:(

19.09.2012

selam

selam uzun zamandır girmiyorum. blogumu okuyucuya kapattığımdan beri aslında daha rahat yazabileceğimi bilerek.. ama ne biliyim. aslında anlatacak ne çok şey var. biliyorsun babam çıktı. biliyor musun? 8 ağustosta:) aslında allaha şükür hayatım çok güzel. inşallah başka büyük sıkıntımız olmaz. polatlıya geri döndü. kardeşim askere gitti. ama ankaraya çıktı o da:) bi güzel haber de emrah istediği yerde yüksek lisansa başladı. ankara üniversitesinde. insan hakları konusunda. hep istediği şeydi. mutlu:) ben de:) bu aralar arkadaş açlığı çekiyorum sadece. nasıl yani diceksin. yani etrafımdaki insanlar aperatiften öteye geçemiyor. hiç kimseyle olan muhabbetten karnım tok kalkmıyorum. beni anlayan kimse yok gibi geliyor. işte bi pınar vardı o da sanırım benimle birlikte hayatınıj kötü günlerini hatırlıyor ki eskisi gibi değil. telefonda konusmak istemiyor çok, görüşmek için hiç çabası yok vs.. yani çok umrunda olmadığımı biliyorum artık. tabii önceden bu durum beni çok üzüyordu ama artık umrumda değil.yine de beni onun kadar kimse anlamamıştı bu güne kadar. kaybetmesem iyiydi ama yapacak bi şey yok. son günlerde neye canım sıkıldı biliyor musun, hani asistanlıkta kıdemlilerini süreklialttan almak zorundasın hocalrını filan. işte be yakın cevremdeki arkadaşlarım?! tarafından da öyle bir algı iinde olduğumu farkettim. saçma cümlem aslında şunu demek istiyor. insanlar beni çok da iplemiyor ve bunu göztermekten de hiç çekinmiyor. ben kişilerle zayıf diyalog kuruyorum ve neden bilmiyorum. sadece tanıdıklarımla değilmesela alışveriş yaparken kasadaki kızla , tezgahtarla filan . ya herkes çok artist ya da bana bişeyler oldu. ne oldu bilmiyrum. sanırım bu babamın sürecinde bi yerde ben bişeyleri düşürdüm yere ve farketmeden yürümeye devam ettim. şimdi arkama dönüp bakınca bi kaç metrekare civarı arayınca bulamıyorum. nerede olduğunu ve ne olduğunu da bilemiyorum. ama içimden geçen bir cümle aslında bana biraz anlatıyor, bi yerlerde yanlış yapıyorum. çok mu açığım yoksa çok mu korumacı? çok açık olduğum için içime sızmak hassas notalarıma deymek mi kolay yoksa aşırı korumacılığımdan farketmeden çıkarttığım dikenlerime her türlü tüy toz takılıyor mu? bilmiyorum. kandime güvenim azaldığı için dış görünüşümle biraz uğraşmaya başladım. makyaj yapmaya çalışıyorum biraz, saçlarımal ilgileniyorum. hergün cildimi temilyior yeni aldığım kremlerle nemleniyorum:) tırnaklarıma ojeler sürüyorum kendimce manikür yapıyorum. ama tatmin edici değil. sanırım yaptırıcam:) sence ne kadar sürecek bu halim. bi de kendimle konusmuyorum. ne yazarak ne müzikle ne çizerek. ruhsal iletişimimi her türlü vasıtayla kesmiş durumdayım. bu sebeple sanırım biraz sıkılıyorum. ben herkes gibi değilim:) herkesin kensi içinde kurduğu o egosantrik cümle ha:) neyse.. herkes gibi olmadığımdan?! akşamları tv izleyerek geçirmekle olmuyor işte. ama tembelmiyim herkes gibi:) evet. sus o zaman diyorum kendime. hadi bakalım. hastanede bu kadar muhabbet yeter. biraz çalışalım. nöbetçiyim bugün. 2 yı 2 aylığım ve hala arayoğundayım:P

31.01.2012

monolog

nöbetçiyim. çok. çok sıkkınım. onlarca deneme yapmama rağmen yazamadım. hepsini sildim. bu nöbet de böyle geçti. ben en iyisi yatayım. arayan soran olmaz inşallah. yarın poliklinik yapıcam. ilk defa. ama sadece 1 günlük.

21.01.2012

kapısız evler sokağı

yürüyordum. yorgun, günün sonuna yaklaşmış. başımda hafif bir ağrı, göz kapaklarım ağır.. adımlarımın sesini dinleyerek yürüyordum. ellerim ceplerimde, üşümesin. paltomun yakası yüzümün yarısını kapatıyor. nefesimin sıcaklığı burnumun ucunda. ağzıma attığım damla sakızlı şekerin kokusuyla karısık. dilim yavaş hareketlerle şekeri yanağıma itiyor. düşünüyorum. bu hayat, hayal ettiğim yaşamak bu muydu? yaşalandım mı? 30'a az kaldı. neden hep lise yıllarıma geri dönüyorum belleğimde. o zamanlarda yaşayacağımı sandığım hayatın heyecanı ve hevesiyle şimdiyi kıyasladığımdan olsa gerek. bilinç altım aradaki zamanı hızlandırılmış bir karikatür temsiline çeviriyor. Tıp fakültesine girişim, ankaraya gelişim, burada gecen 6 sene , sonra Bitlis, tus, istifalar, asistanlık... hep koşturmaca, uykusuzluk, mor göz halkaları, usanmadan taşıdığım baş ağrısı. ve unuttuklarım... enstrumanlarımdan , notalarımdan, karakalemlerimden, boncuklarımdan...severek yaptığım her şeyden ve yazmaktan geriye bir okumak kaldı bana. o da son zamanlarda yeniden eskisi gibi okur oldum... evet, hiçbirine ayıracak zamanım, zamanım olsa gücüm yok sanki. geceler, üstelik bu aralar uykusuz ızdıraplı geeler ve bir örnek sabahlar birbirini kovalıyor. ayağım takılıyor. hafif bir sendelemenin ardından dengemi sağlıyorum. düşüncelerle dumanlanmış gözlerim yeniden baktıklarını görmeye başlıyor.hava iyiden iyiiye kararmış. sokak lambaları yanmaya başlamış. sevgili gölgem gelmiş de bana kim bilir ne zamandır eşlik eder olmuş. olduğumdan ince ve uzun olan gölgemi izlerken olmayan silüetim hoşuma gidiyor. biraz zayıflasam, yerde süzülen bu gölge gibi olsam. o anda dikkatimi çekiyor, yer.. ah bu yolu ne zaman parke taşlarıyla döşediler. üç gün önce bu sokak, yağan karla beraber yer yer çökmüş bozuk asfalt ve doğalgaz boru tamircilerinin üzerinden geçtiği, neredeyse bir patika yoluna dönüşmemiş miydi? kafamı kaldırıyorum. ama bu sokak tanıdık değil. aferim bana. deve kusu gibi başın önünde yürürsen olacağı bu.kaybolursun tabii. saate bakıyorum. ohooo işten çıkalı bir saate yaklaşmış. hiç farketmedim. bizim ev 20 dakikalık mesafede oysa. bir sokak numarası görmek umuduyla tabela arıyor gözlerim.bahçelievler muhitim. çok uzun sokaklar olmaz buralarda. mutlaka birbiriyle kesişen, bölüşen yol ağızları ve benim gibi şaşkınlara yol göstersin diye eski bilmem kaç yeni bilmem kaç şeklinde levhalarla çizilen oklar vardır. arkamı dönüyorum önce.hmmm yok. geri mi dönsem? ama yolun başı görünmüyor. baya ilerlemiş olmalıyım. en iyisi devam edeyim daha çabuk çıkarım ana yola. yürümeye devam ediyorum . e hala yok. biraz daha hızlı. ama bu sokağı ne bölen ne kesen başka bir yol yok. hatta bir dükkan , bakkal, büfe, taksi durağı, tabela...hiç biri yok. off çok güzel. emrahı arayayım bari. o beni bi yerden alır nasılsa. ........ açmıyor. aman ne hoş! zaten lazım olunca ulaşamam kimseye. neyse nasılsa bir yere çıkaracak bu yol beni. hızlanıyorum iyice. ne yorgunluk kaldı ne baş ağrısı. etrafta bir insan görürüm umuduyla bu defa gözlerim sağımı solumu tarıyarak yürüyorum. ben hep böyleyim, ankaraya ilk geldiğimde de kaybolmuştum da bir çiçekçiye kalığım yurdun adını sormuştum. bn yurda geldikten bir saat sonra da bi buket çiçek gelmişti. sonra da adamı arayıp beni zor duruma düşürdünüz diye terslemiştim. ne günlerdi. ne kadar da küçüktüm ama o zamanlar kendimi ne kadar büyümüş hissediyordum. ah ilerde birileri var sanki.koşuyorum,yaklaşıyorum... hayır gölgeymiş. hava iyice karardı çok güzel.en iyisi bi kapı filan çalayım da sorayım. en azından artık adresimi vermiceğimi biliyorum:) bu apartman da baya güzelmiş, heralde kiralar epey yüksektir. ukala olur şimdi buradakiler yana gireyim. köpek varmış yab bahçede de. neyse şu ilerdekini kestirdim gözüme. kapıcısı dairesi şu alt kattaki heralde. ona sorarım. bahçe kapısını itiyorum, soğuk demir elimi üşütüyor. montumu ağzımdan çekiyorum . giriş arkada heralde, dönüyorum toprağın arasına döşenmiş bahçe taşlarına basarak. ee giriş nerde? hey allahım bendeki de şans . görmedim heralde. bi tur daha atıyorum. yok!!! bu ne şimdi! yeni hırsızlık önlemi mi? allah allah...
baheden çıkıyorum. emrahı arıyorum yeniden. cevap vermiyor. bi yandaki bahçeye dalıyorum artık umursamadan kimlerin oturduğunu. doğrudan girişe yöneliyorum. yok ya kapı yok!!! iyi de nasıl olmaz. bu ne demek? kabus mu? besmele çekiyorum içimden. allahım noluyor. içimi dolduran korkuyu yenmek için dua okumaya başlıyorum. bi yandaki bahçeye giriyorum bu defa tedirgin etrafımı izliyorum. nerdeyim ben, niye bunca zamandır bir insan görmedim. bu sokak bitmiyor. önce pencerelere bakıyorum. ışıklar yanıyor. ışıklar yanıyor ama, ee bu insanlar evlerine bacadan mı giriyor. yine dönüyorum dört bir yanı. sırtımı soğuk bir ürperti kaplıyor. gözlerim doluyor. telefonu alıyorum elime yeniden. babamı arıyorum bu defa... cevap vermiyor. koşarak çıkıyorum bahçeden. yol boyu bi yandan koşup bi yandan sağımda ve solumda dizili binalara bakıyorum. hayır yok hiç birinin kapısı yok. ilerde yanan sokak lambasının altına geldiğimde, aydınlığa sığınıyorum. kaldırımın kenarına oturup ağlamaya başlıyorum. başım dizlerime dayanmış. gözyaşlarım dizlerimi ıslatıyor bir el dokunuyor omuzuma. sıçrayorum. gözlerim kocaman açılmış bir halde bakıyorum. bir kadın, 35 yaşlarında kızıl saçlı. neden ağlıyorsun annenini mi kaybettin diyor. ne diyorum ne annesi?! sesim kulağımı tırmalıyor. ellerimi gözüme siper ediyorum. oldum olası güneşe bakamam. güneş!!! aman allahım, hava aydınlık,öğlen olmuş. bunca zaman ağlamış olamam. acaba uyuya mı kaldım? saçmalama sakin ol. kadın yine aynı şeyi soruyor, buraya ailenle mi geldin küçük... ne! küçük mü? sesim!!! ayağa fırlıyorum. kadının beline geliyor boyum. ellerimle vücudumu yokluyorum. üzerimde mavi çizgili kalın penye bir etek, beyaz dantel bileklikli çoraplar ve yandan tek bantla bağlanmış beyaz ayakkabılarım. sağ tekinin üzerinde iki çizik var. geçen gün parkta oynarken olmuştu. annem spor ayakkabılarını giy demişti de ben inat etmiştim. zihnimde benim irademde olmadan akan bu düşüncelerle irkiliyorum. etrafıma bakıyorum hızlıca. kalabalık, sıcak bir yaz gnü. vakit öğlen olmalı. uzaktan sarı kahve benekleri olan uzun bir boyun görüyorum. ağzını açıp kapıyor. yüzü yana dönük. daha yakından görmek için tel örgüler yaslanmış insanların başları üzerinde geziniyor gözlerim. beynim artık gördüklerimi algılayamıyor.gözlerimi sımsıkı kapatıyorum bir kaç saniye sonra açıyorum yeniden. bir züraafa bu. bu.. burası hayvanat bahçesi. ağladığımı farketmemiştim. kadın mendiliyle gözyaşlarımı siliyor,irkiliyorum yeniden. elimden tutuyor. gel şuradan anons ettirelim adın ne senin bakalım? ne diyeceğimi bilemeden olduğum yerde duruyorum. kadın bana bakıyor, ben sonunda cesaret edip ağzımı açıyorum..boğazımı temizliyorum. nasıl çıkacağını merak ederek, teşekkür ederim ama ben bulurum diyorum ince çocuk sesimle. elini bırakıp yürümeye başlıyorum. ben bugünü hatırlıyorum. 6 yaşlarımdayken ankarada hayvanat bahçesine gelmiştik kuzenlerimle. ben kaybolmuştum. evet üzerimde bu elbise vardı. saçlarım enseme kadar ancak uzamıştı. annem kakhküllerim alnıma dökülmesin diye saçlarımı minik bir lastike tutturmuştu. elimi başımın üzerine götürüyorum istemsiz, dokunuyorum. evet,papatyalı tokam,maviydi. hatırlıyorum. O gün, ''artık kendi başımayım, başımın çaresine bakmalıyım. şimdi nerede uyuyacağımı bulmalıyım'', diyen korkusuz çocuk ruhumun yerinde 28 yaşında kalbi patlaycak kadar hızlı çarpan bir ruh taşıyordum. nerede uyuyacağıma karar verdikten sonra,( kediler için yapılmış boş kulübeleri gözüne kestiren 6 yaşındaki rabiş yemeği nereden bulacağını düşünürken), babam bulmuştu beni. tam da bu büfenin önünde. büfenin duvarına eklenmiş taş banka oturdum. insanları izlemeye başladım. kendime itiraf edemesem de babamı beklemeye başlamıştım. babam gelirse şu anki haliyle mi gelecek acaba? tüm bu olanlara anlam vermem imkansızdı. artık düşünemez olmuştum. çaresizce sırtımı yasladım . yorulmuştum. acıkmıştım. tabii ki ne cebimde param ne telefonum vardı. saat öğlen bir filan olmalıydı. güneş tüm vücudumu ısıtmıştı. sıcağın etkisiyle oturduğum yerde iyice gevşedim. başımı yasladım dizlerime, gözlerimi kapadım. etrafı dinlemeye başladım. çok sesli bir koro gibi hiç yavaşlamadan konusuyordu insanlar.....nefes alış verişlerim yavaşladı önce sonra kalp çarpıntım. içimden söylemeye başladım. babam gelecek, babam gelecek... Rabiş!! Rabiş!!! gözlerimi açtım....

..........

babama söylersem size kızar diyorum. sesimi uzaktan duyuyorum. karşımda yaşça benden büyük oldukları belli çocuklar. bizim sokağın çocukları. başımın etrafına toplanmışlar, ayakta, duruyorlar. boyları daha da uzun,gövdeleri daha da iri görünüyor oturduğum yerden. uzun ve kocaman sokakları olan bir mahallede oturuyoruz. ya da o yaşlarda bana öyle görünüyor.her yer ağaçlı çiçekli bahçelerle dolu. bahçeleri yollardan ayıran yarım metre uzunluğunda taş duvarlar uzanıyor sağlı sollu. ben yere çömelmiş oturuyorum. dizlerim gözyaşlarımla ıslanmış. kaybettiğim evimi arıyorum. bizim sokakta çok çocuk var. ben 4 yaşımdayım. annem izin verince aşağı inip ben de oyun oynuyorum, solucan topluyoruz,saklambaç oynuyoruz. köşedeki bakkal amcadan salam ekmek alıyoruz. ben parasız veriyor sanıp adama üzülüyorm. tüm salamlarını bize veriyor diye. sonradan öğreniyorum babamın hesabına deftere yazdığını. '' ne oldu niye ağlıyon küçük, bi şey mi kaybettin?'' diyor içlerinde en uzun olanı. hayıy! diyorum korktuğumu belli etmemeye çalışarak. hiç bi şey kaybetmedim. evet sesim oldukça kendimden emin çıkıyor,aferim bana. ama hepsi de gülüyor. neden gülüyor? benden ne istiyorlar diye bakıyorum yüzlerine. soramıyorum. korktuğum cevabı verecekler diye soramıyorum. ''niye ...siz bi şey mi buldunuz?...''
benle dalga geçiyorlardı, ama benim onlara kafa tutacak gücüm yoktu. çim ezik, gözlerim ıslak. bi tanesi halime acıdı , bırakın ya zaten ağlamış hadi parka gidip sallanalım dedi. uzaklaşırken uzun olanı rakasını döndü,'' yırttım yırttım çöpe attım hah haha!!!'' dedi...

annem aşağı inebilirsin diye izin verdiğinde üzerimi değiştirmek için odama gittim. komidinimin boyumun yetiştiği çekmecelerinden birini açıp içinden şortumu çıkarttım. pijamamın altıyla değiştirerek çoraplarımı giyindim. ayağa kalktım, kapıdan çıkarken çekmeceyi açık bıraktığım aklıma geldi. geri dönüp çekmeceyi kapatırken kağıt evimi gördüm. komidinin üzerinde diğerlerinin yanında duruyordu. kırmızı tuğla duvarları , parke taşlarla döşenmiş bahçesi, bahceden üst kata kıvrılarak yükselen dar merdiveni, kırmızı kiremit çatısında kocaman bir bacası olan şirin mi şirin bir evdi. adını hatırlayamadığım bir gazete, kartonlardan kesip yapıştırarak yapabileceğimiz evler veriyordu. akşamları sehpanın etrafına oturup babamla yapıyorduk. annem ortalığı kirletmeyelim diye bizi tembihliyordu. en son evi dün bitirmiştik. pırıl pırıl, yıpranmamış kartonunun parladığı iki katlı, şirn mi şirin evim. gözlerime okşadım her bir kösesini. pufu komidinin yanına çekip üzerine çıktım. evime uzandım. kucağıma sanki minik bir kedi yavrusu taşıyormuş gibi alarak dikkatlice aşağı indim. anneme göstermeden kapıya yöneldim. kapıyı açacakken annem mutfaktan çıktı. evini mi götürüyorsun? kaybedebrsin götürme, dedi. ben en inat tonlamamla kaybetmem onla oynucam ben diyerek fırladım. sevgili evim kucağımda bahçelerin arasında dolaşmaya başladım. kendime güzel gölgelik bir yer buldum. yerdeki taşları temizleyip evimi dikkatlice yere bıraktım. işaret parmağım ve orta parmağımla evimin minik çiçekli bahçesinde dolaşmaya başladım. yere serpilmiş altıgen taşlara basarak evin önüne geldim. daracık merdivenlerden kıvrılarak yukarı çıkmaya başladım. basamaklar bittiğinde evin kapısını çalmak için işaret parmağımı havaya kaldırdım....kapı yok... aa neden kapı yok. kapıyı çizmeyi untmuşlaa galiba, dedim. evimi yanıbaşımızda duran ağacın arkasına saklayıp eve doğru kostum. bir kalem bulup geri dönecek, evime güzel bir kapı çizecektim. koşarken kenarda açmış mini mini beyaz papatyalar gördüm. anneme toplasam mı? neyse sona toplayım. kapının zilini çaldım. anne evime kağpı çizmeyi unutmşlaa bana bi kalem veysene siyah olsun, kapı çizicem...

geri döndüğümde evim yoktu. yanlış yere mi bakıyorum acaba diye tüm bahçeleri, ağaç diplerini aradım. tüm çocuklara sordum. evimi göydünüz mü? bulamadım. içimden anneme gidip sarılıp ağlamak geliyordu ama annem bana götürme demişti. ve ben onu dinlememiştim. hem babamla birlikte yapmıstık. daha yepyeniydi. babam da çok sevmişti. kutsal emanetini kaybetmiş bir insan ağırlığıya olduğum yere çöktüm....
....
babama söylicem sizii...... yere çömlemiş başımı dizlerime dayamıştım. minik ellerim yüzümü kapatış, dizlerim gözyaşlarımla ıslanmıştı...babam size kızar...Rabiş!! Rabiş!! hadi tatlım çay oldu...........

1.01.2012

yeni yıl

çoğumuz gibi, ben de bu senenin nasıl geçtiği ve gelecek günlerden neler beklediğim muhteviyatlı düşünceler içindeyim. geçirdiğim seneler arttıkça (ve dahi yaşlandıkça) geçmiş yılbaşlarımı düşünüyorum. nerde ve nasıl girdiğimi, ne umup ne bulduğumu. benim hayatımın en karmaşık yıllarını geçirdim. 2010 benim senem olacak diyorken başıma hiç ummadığım şeyler geldi. yaşamak istemeden yaşadığım 11 ay geçti. 2011'de ise babama kavustum, evlendim, güzel bir evim, sıcak bir yuvam oldu. babamın tayini ankaraya çıktı. ailem yanıma geldi. kardeşim mezun oldu ve işe başladı. böyle yazınca, daha ne olsun diyor içimdeki ses. ama o biliyor ki yaşadığım her güzel şeyi geçmiş senenin acılarının gölgesi ile kararttım. ama bu seneye, yeni evimde, annem ve babam ve sevgilimle girdim. yaptığım yemeği herkes çok beğendi. kabak tatlısı yaptık,kestaneler çizdik,3 defa çay demledik. midemiz izin vermediği için mısır patlatamadık ve pastamızı yiyemedik. sonra park caddesindeki sokak konserine gitmek üzere önde annemler arkada biz ümitköye koyulduk. ancak tıkalı trafikten başka bişey bulamadık. biz de ankarayı turladık. sokaklarda kendilerinden geçmiş eylenen,aklı selim yüryen, arabalarda dans eden ,mekanların önünde sıralanmış arabalardan, atılan havai fişeklerden bir kolajla girdik yeni yıla. ve şükürler olsun, daha ne isterim hayattan.