30.01.2008

ayın kaçı bilemedim

Sabah 4:30. uyandım. Bu günler en sevdiğim uğraşım, uyku, benden vazgeçmiş. Daha uğraşmak nafile. Kalktım, 21 saatlik uykunun ardında günlerdir hiç olmadığım kadar dinç
Odama sakin bir sarı ışık düşürdüm. Çoraplarımı giyindim. Hırkamı giyinirken sabah ezanı okunmaya başladı. Ne kadar zaman olmuş dedim duymayalı..dua etmeyeli… banyoya gittim. Abdest aldım. Soğuk su hiçüşütmedi. Şaşırdım. 4 rekatlık şehadetten sonra, gülşenin annesine dua ettim. Çay koydum ocağa, aklıma annem geldi. Muhtemelen şimdi o da benim yaptıklarımı yapıyordur dedim. Kahvaltı hazırladım. Günlerdir ilk kez. İki yumurta kırdım, bayatlamış ekmeğim,peynir, zeytin. Salona geçip televizyonu açtım. Sıkıldım. Kapadım. Bi kaç lokmadan sonra hala aç olmadığımı fark ettim. En son yemek yediğimin üstünden rahat bir gün geçmiştir. Şimdi sana yazıyorum. Sessizlik bana huzur veriyor. Pek konuşmuyorum, senden başka kimseyle.

Dün akşam 7:48. 2 saat önce uyanmıştım. Bi gün önce makinada unuttuğum çamaşırları çıkardım. Yenilerini attım. Yıkandı, astım. Acıkmamıştım. Zaten evde yemek de yoktu. Rutin telefon görüşmelerimi yaptım. Eskiden zevkle sohbetler ettiğim konuşmaların yerini şimdi hayatta olduğu haber verircesine kısa ve öz tutar oldum. Pınarı aradım, bugün günlerden ne diye sordum. Salı, niye ki? Hiç, Çarşamba olsaydı dizi izlerdim dedim. Madem o zaman ben yatıyorum sana iyi akşamlar dedim kapadım telefonu. Yatağa girerken uykum yoktu, ama yapacak daha iyi bi şey de yoktu. Haberleri izlemek, kanal değiştirmek, kitap okumak, ders çalışmak, dışarı çıkmak… hayır hiç biri değil. Peki ne? Bilmiyorum. Yatağa girerken, hayattan çekiliyorum kimse fark etmiyor dedim. Işıklarımı söndürdüm, kimse görmeden, konuşmaz oldum, kimse duymadan. Sonra üstümü örttüm, yorganın hışırtısıyla beraber kendimi uykuya bıraktım yeniden.

28.01.2008

bir ölüm-bir anne

selam olsun sana ey karanlık gece...selam olsun sana artık yorgun benliğim. yalnız gelip yalnız gittiğimiz dünya, selam sana ve ki yürürken bize açtığın yolda ve ki bilemeden nerede bittiğini, daha çok var sanırken bir adım sonrası meçhul, boşlukta kalan ayağımız ve içi boşalan bedenimiz...selam olsun hepinize!!!

bir kız tanıdım. kara suretli şehr-i ankara' da ismiyle hemhal, gözleri daima gülen ve gülmeyi hak eden, 'hak' edinen ''gülşen''... anneciği 23 yıl önce çektiği doğum sancılarını,onun pürüzsüz yanağına yaslayınca yanağını, unutuverip, hep şen olsun günü gönlü diye ismini vermiş olmalı. ve temiz kalbin dileği o anda yanıbaşlarında duran meleğin kanatlarında taşınmış olmalı ki arş-ı alaya, gülşenin ömrü de günü, gül yüzü gibi hep şen olmuş. en küçük kardeş olmuş ablalarına ağabeylerine. kah çocukça bir kıskançlık ağıdında kah sevgi dolu okşamalarda bulmuş kendini. büyümüş ufak adımlarını atarken atarken, sevdaya deymiş elleri. Yanmış. Derken gerçek aşkı, yüreğine; en zoru, niyetine kazımış gözyaşlarıyla. Akıttığı her damla ruhundan bir gölgeyi daha silmiş. nuru paklıkta gizli tuttuğu çocuk rüyaları boyuyla beraber büyümüş. Boyu durduğunda gerçeğe adanmış hayalleri mavinin 7. tonuna değer olmuş. zor günler gelip çattığında ellerini kavuşturup başını sağ yanına yatırıp kapamış gözlerini, insan cinsinin çirkinleştirdiği dünyaya. gözkapaklarının ardına sığdırdığı sonsuzluk bilmecesine dalıp 25 sabırlı nefes vermiş. Her şeye sabredip her şeye gülümsemiş gülşen. yüreği gül diyarı, sevdikleri hep şenmiş. mahsun hüzünlü yüzünü hep gizlemiş. belki akşam vakti yüreğini açtığı tek yüceye anlatırmış derdini. bir gün bir gün daha derken, annesi sabah kalkıp evi temizler, ablasını arayıp halini hatrını sorar, yeni doğacak torununa kim bilir belki mavi bir yelek örer, akşama ne yemek yapacağını düşünürken nöbet sonraları bi de yol çekip yorulmasın yavrusu diye, okula yakın bir evde kendinden ayrı yaşayan gülşeninin hasret nöbetlerinden birinde, onun tatlı suretini düşlerken.. bir gün tüm bu her gün ki çark dönerken.. derken...çarkın bir dişi kırılıverir. sonra bir diğeri, dönmez olur. durur . susar ... gülşencik öğrenci evinin sade yatağında uyurken, bir ağıt kopar kim bilir kimden. sonra bir diğeri... gözyaşları karışır kardeşlerin, komşuların yanaklarında birbirine. amcalar, dayılar kaçırır ıslak gözlerini birbirinden. yere eğik bakışlar düşünce akıllara gül yüzlü yavru,birbirine çevrilir telaşla … kısık sesler sorar . kim haber verecek? ne zaman söylenecek?. yatağında sıkıntılıdır gülşen bihaber annem diyince ses gelmeyeceğinden. cesaretsiz bir telefon çalar evde. alo.. dan sonrasını duyamaz gülşencik. bilemez ki ev arkadaşına haber gitmiştir, yan odada duvar kenarında yere çömelmiştir de, elleri birer yumruk, dudakları birer kenet misali kaskatı, hıçkırıkları birer birer içine yuvarlanmakta.....

sabah dokuz civarı olmalıydı. kurşun renkli gökyüzüne ayaz vuran bir acı sabahı. onu gördüm. anneciğinin yatağının ucuna oturmuş, gözleri yerde, ablasının elini tutmuş, gözyaşlarını acılı kalbine akıtırken. kaçan bir ikisi yanaklarında süzülüyordu. onları izledim bitmeyecek bir yolculukta gibi, dokundukları her zerreye bir damla gün ışığı çalıp iniyorlarken.. birden..düşüverdiler elinin üstüne. irkildim . öyle ansızın. ahh hayat...ansızın ve bilinmez... bir çizgi, alnında, nizamlı güzel kaşlarının tam arasından yılan gibi geçip giden, zalim... biliyordum artık o hep orda duracak. belki azalacak, belki yenileri eklenecek, bilemem.. ama o hep orda duracak. pürüzsüz tenine düşen bu ilk çizgi kim bilir yüreğinde kaç yangının ibaresi olacak... metanetliydi ama, ablasına güç veren yine onun elleriydi. abla yapma böyle nolur derken sesi şen değil belki ama netti. yaşlıca bir kadın çıkageldi, kızım anneni götürüyorlar bi daha göremezsin dedi. O ana değin havada gözyaşlarından ve acıdan örülmüş kaskatı, durağan bir hüzün örtüsü vardı da bir el tutup ucundan çekti sanki. Havada dalgalandı, kırıştı. eğilip büküldü. bir telaş başlamıştı evde göremeyip yalnız duyabildiğimiz. ayağa kalktı gülşen, kimse başını kaldırıp ona bakamadı o hepimize tek tek baktı. teşekkür ederim hepiniz gelmişsiniz,dua edin olur mu? derken sesi hala dosdoğru bir keman teline reçineli bir yayın sonsuz ve kusursuz la vuruşuydu. ‘ben annemi görmeye gidiyorum’ dedi. yay kırıldı,tel koptu...sesi titredi..eğilip bükülen hüzün çatırdadı, içerden feryatlar yükseldi, anne !! annem!!! Gitme!!!!!!..... hayat ortadan ikiye ayrıldı,hepimizi içine aldı..dağıttı...
selam olsun sana ey karanlık… selam olsun sonsuzluk.. ve sana selam en gerçek-ölüm…

19.01.2008

beyaz köpük

keşke yaz olsa. ışıl ışıl bir güne uyansam. mutlu olsam. sabahın er vaktinde güneşle en masum oyununu oynayan denize baksam . mutlu olsam. martı seslerine karışan dalgaların minik şıpırtılarını dinlesem. mulu olsam.yüce göğün denizden ayrıldığı sonsuzluktaki çizgiye dek uzansam, mavilikte kaybolsam. huzur bulsam. gözlerim,hasretinden griye çalan reknten kurtulsa. içinde kaybettiği ışıltılarını bulsa. gülümsemek ve huzurlu derin bir nefes. tuz kokusuyla dolan ruhum çocukluğumdan tanıdık bir heycanla titrese...mutlu olsam.
oysa vakit kış vaktidir. sert serin ve ıslak... ayakların çamura buladığı, kara- karlı kaldırım taşlarının, gri boyalı eski binaların arasından geçip gittiğimiz bir kış vakti. içimi ısıtacak sıcak bir tas çorbanın hasretlerime yetemediği bir vakit.. herkesten uzakta, hep aynı kurumuş gül misali br simayla grinin en grisinden gözlerime yansıyor tüm şehir. gökyüzü kalın keten cinsinden bir bulut kümesinin arkasında ulaşılmaz. mutsuzluğa bahane çok bu mevsimde. bende herkesgibi belki biraz fazla, ortak kaderimize düşen hüznü paylaşıyorum.

15.01.2008

papatya

boyu bükük bir papatya oluğuma bakıp da, senden vazgeçtim sanıp sakın aldanma. yedi kat yerin altından örgütlenip, takıldım saçının arasına..

sütlü kahve

ben kahveyi sek severim. şekersiz, sütsüz. acı tadı dilimde kalsın isterim, boğazımı hafiften yaksın.

'kimse' bizimle dalga geçen, ilginç bir kelime. 'kim?' aslında bir soru kökü olmasına rağmen 'kimse' dediğimiz zaman bazen birinden bahsederiz, bazense bahsedecek birinin olmadığını. bi de 'hiç kimse' vardır. kimse yok demekle hiçkimse yok arasında ne fark var mesela çözemedim. 'kimseye güvenme' komik bir cümledir.aslına bakarsak zaten kim kelimesi öznel bir soruyu ifade ediyor. yani komik olan kısmı şu
-kimseye güvenmiyorum
-kim?
birisi yok işte.kelimenin içinde bile bu var. özünde diyoruz zaten. kimse yok... kim????

hava ankarada - 15 civarı gündüz gözüyle hem de. bitliste - 8 miş.

yorgun bir bünyeyim 15 gündür ve bugün ortalama bi 2,5 saatimi ki eve dönüşüm 24:30 a tekabül eder, ankarada yolumu kaybedip bulmaya çalışarak geçirdim. yalnızdım üstelik öyle yalnızdım ki cebimde param ve depomda şımarık damıtık petrol kardeş bile yoktu. ama hakkını yemiyim şimdi kırmızı benzin göstergem beni hiç terk etmedi.vefalıymış.

evede ekmek olmaması kötü bi şey. hele saat gece yarısını geçtiyse ve sen acıkıp kendince peynir ekmek salam triadı oluşturmuşken(peynir ve salam yalnız birer hiçmiş) mutfakta boş beyaz poşetle karşılaşınca..yıkıcı oluyor. beyazı severim.siyah poşet kanser yapıyormuş . o yüzden bakkalım kazım amca hep beyaz poşet kullanır. çevreci bi kişilik kendisi. tabii beyaz poşetteki winston paketleri tam bir ironi.

acı kahve diyodum. işte kimseye güvenmiyorum derken aslında ''kimse'' kelimesinin bile bize 'kim?' die sorduğunu farkettiğim acizlik anından bu yana, mutfak masasında yine ben almayınca asla alınmayan buna rağmen hızla tüketilen ekmeğin boş poşetinden çıkarttığım aramıza mesafe koymaya çalıştığım pek vefalı dostum sigara aklıma geldi. acı kahve sigarayla iyi gider.

ç peki neden bu yazının başlığı sütlü kahve? kim??, yorgun, soğuk, yalnız,taaa bitlistekiTEK dost, sigara, ... hepsi bir aradayken acısı içilmiyor meretin. yüzüm yeterince ekşime mimiğini kullanıyor sanırım. süt tozu ve şeker seratonin düzeyimle ilgileniyor.

11.01.2008

gölgem artık 1.90

giderek uzuyor gölgem. güneşin veda ettiği saatlerde yakalayabiliyorum günü. tam selam! diyecekken o çoktan toplamış oluyor çantasını, yorgun sarı buklelerini tek tek çekiyor üzerimizden. gölgem giderek uzuyor. ağır aksak bir şarkının son terennümünde o, bense sessiz- sedasız, yorgun-umarsız güneşi izliyorum. akşamlar kendini ifade etmekkten aciz. güne yeni başlıyorum. ''günaydın'' larım boğazımdaki kara delikten aşağı yuvarlanıveriyor gersin geriye. genelde düz-çizgi misali mühürlenmiş dudaklarımın müsebbibi onlar. geriye doğru sayıyorum kalan günleri. 38-37-... çok uzun geliyor okadar kuvvetimyok. baştan başlıyorum, kaç gün oldu acaba ,6-7- yoksa 8 mi?... günlere çentik atarken yılların hesabında buluyorum kendimi. tanıdık bir off eşliğinde yine başımı en yakın yere dayıyorum. gözlerimi kapıyorum.

7.01.2008

doktor olmak ve cem yılmaz (bu yazıda mevcut olan herşey bizzat benim, babamın ve de arkadaslarımın başından geçmiştir)

doktor olmak..

nerde okuysun?
tıp fakültesinde.
aman ne güzel!!
repliklerinin otobüste yanınızda oturan teyzeden, eve gelen camcıdan ve bu diyaloğun geçtiği doktor olmayan herkesten duymak muhtemeldir.

akrabaların yeğenleriyle övünç kayağıdır. ankarada, bu sene son sınıf, hiç de uzatmadı...

yurtta kalıyosan, 1. sınıf bile olsan , kapının her saatte çlaınıp saçma sapan sorulara maruzbırakılmandır. ya da apartmanda kapıcının uzaktan gelen yakınlarına ilk teşhis koymakla yükümlü olman, veya sen nöbette olduun için fırsattan istifade edilip, hastanede yatan arkadaşlarını ziyaret edebilmeleri için insanların onları kapıdan sokmanın beklendiğiyüzsüzlüktür.

yıllarca seni arama zahmetine grmemiş eski arkasdaslarının hastanede işlerini gördürmek, rapor aldırtmakki öyle 2-3 günlük değil, 2 aydan öncesi de kesmez bu tipleri, yapamayacağını söyleyince de arkandan herkese dedikodunu yapıp, görünce yüzüne bakmadıkları insansındır. üstelik onların 7 sülalesini tanıdığın bu insanla ki yanlış anlaşılmasın muhabbetten değil özel muayenehanen varsa hepsine bakmışsındır üstelik ücret talep edemezsin, gelen bacanağının kardeşinin kayınvalidesi olsa dahi.

üst komsunla komşuluk ilişkileri kurarsın, akşam çaylrı falan derken, hastaları başka eczaneden ilaç aldıklarını duyunca bir anda selamı sabahı keserler. neden çünkü onlar eczacıdır ve senden tüm hastalarını onların eczanesine göndermen beklenir. bu namzusuzca istek yerine getirlmediği için de sen kötü doktor olarak dillere düşürülürsün, sana gelen hastalara sakın o doktora gitmeyin diye konusmak artık onların hakkıdır.

sonra sen doktorsundur ve çok ama çoook paran vardır, özellikle akrabalarının içki ve kumar borçlarını ödemelisindir. ödersin de. 1, 3, 5 sonra 1 yıl 5 yıl falan drken artık yaptıkların iyilik olarak geçmez, zorundasındır ve 1 kez param yok veremem dediğinde sana sülalece küsebilirler.

çocuklrın, okulda arkadaşları tarafından şımarık doktor çocuğu damgası yerler, hiç de öyle olmasalar da. sonra tıp fakültesine girseler dıdının dıdısı insanlar atıp tutarlar, onun babasının orda bissürü arkadaşı vardır ve torpillidir, ondan rahaaat rahaaaaat okuyodur...

sen nöbette intern sıfatsızlığıyla,acilde 14 saat hiç uyumadan ve oturmadan, yemek yemeye vakit bulamadançalışıp dururken hemşireeeeee diye arkandan bağırıp duran hasta yakınlarına sabretmek ve onların 'serumla hastanın kalp atımarının doğru orantılı olduğu'tuhaf batıllarına, ötüp duran o aletlerden bi şey anlamadın için ve bunun aslında hemşire işi olduu için üstelik senin tüm serviste hemsire arayıp bulamadıın için alarmı susturup ben doktorum amcacıım bilmiyorum hemşireler gelsin onlar bakarlar diye yatıstırmaya çalştıın hasta ve yakınları doktor olmuş bişey bilmiyor, hemsirelerse kim bu odanın internü bu aleti nie kapattın diyebağırmalarına maruz kalırsın.

internsün, odan yoktur, olsa da oturacak sandalye yoktur,olsa da odanın kapısının bir kilidi yoktur . sekreter hanımın ellerini yıkama ihtiyacını hemşireleri rahatsız etmek i stemedii için senn odandan giderir ve senin telefon, cüzdan ve hatta ayakkabı terlik gibi hertürlü eşyan çalınabilir. tabii nasılsa ilerde zengin olacaksıdr doktorsun ya ne kıymeti var.

1 ay çalışırsın, beş dakika kaytarmazsın, hiç geç gelmez erken çıkmazsın. sorun çıkartmaz, asistanını zor durumda bırakmazsın. ve ay sonunda bi gün seni evine götürecek ucağa yetişmek için yarım saat erken çıkabilr miyim diyince, yerine intern getir çık cevabını alırsın.

12-24 gibi biruygulamayla acil serviste herkesten çok iş yaparken gündüz çıkıp eve geldiğinde ellerin yorgunluktan titrer. sen uyumasam diedüşünürsün. 14 saat tüm gece çalşımıssındır ve insanlar bu düşüncene psikopatlık olarak bakabilirler. oysa ogün uyuarak geçince gecesinde saat 4 e kadar uykun kaçmış, uyumanm gerek düşüncesiyle yatakta bi yandan ağlayıp bi yanda herşeye küfrederek yaşadığın geceye sen şahitsindir. hem de o sabah sekizde tekrar mesain başlar. ve 5 dakika geç gidersen ceza nöbetiyle ödüllendirilirsin. o günü 3 saatlik uykuyla akşama yine hiç durmaksızın çalışarak tamamlamıssındır. yemek yicek zaman kalmamıştır ve sen insanlaca yaşamaya özenip biraz açılırım die cemyılmaz gösterisine bilet alırsın. taksiye binip ışınlanırsın, uyku-wc-yemek gibi bazal ihtiyaçlarını ertelersin eylenmek için. sen kimsin? doktor... bir anlık gaflet anı sana gösteri byunca sen ve senin mesleğin üzerinden yapılan ahlaksızca esprilere kahkahalarla gülen bir salon insan .. ne kadar engellemeye çalşısan da gösteri boyunca uyumak. .açlıktan son yarımsaat başının dönmesi.. ne malolmstur. yatağa girdiğinde insan gibi yaşamaya çalıştığın için kendine lanet edip ağlarsın.

sen.. mezun olduğunda silopi dahil, türkenin heryerine, yalnızca bir steteskop eşliğinde TEK BAŞINAgitmek zorunda olan insan. bu ülkenin teröristlerine dhi hizmet etmek zorundasın. seni oğluna beğenen aşiret ağalarını enjektörle korkutursun belki. damı akabilir evinin,bugüne dek evinde babanın himayesinde bi tek klima kumandasıyla ısınamayı bilmene rağmen odun sobası yakmak zorunda kalabilirsin, hiçbir imkanın yokken tanı koysanda tedavi edemediğin için kaybettiğin hastalarının vicdan azabının acısını, köylünün sana atttığı dayakla gidermek zorunda kalabilirsin. sen... ey yüce kişi, muhteşem tıp eğitiminin altın vuruşunu yasadığın su günlerde, yorgunluk uykusuzluk ve depresyonla savasırken kazanamazsan tüm bu şartları kabul etmek zorunda kaldığın, boyunca kitaplar hatmedip TUS gibi harika bi eleme yöntemiden geçmek zorundasın. e sen bilirsin hastaneden kalan vakitlerinde uyu, sevdiklerinle vakit geçir, kazanma bu sınavı. gitme de mecburi 'eziyete' diplomanı bile alamadan, lise mezunu olarak yaşayabilirsin öseye yeniden girebilirsin mesela. ya da çalış, çalış tüm kalan zamanlarında kitapların ve arasında çürüt kendini. uyuyabileceğin zaman da uyuma mesela daha çok çalış. ruhsağlığını hafiften kaybet, gülmeyi unut .. sonunda seni harika günlerin beklediği bu günlerini bile aratacak bir asistanlık döneminin k ucağına atlamak için yırt kendini.

tabii tüm bu zor günler geçecek. sen ortalama bir otuz yaşına gelğinde tüm bunlar bitecek. ve 2 milyar maaşla, senden geriye kalanlarla,hayata devam edebileceksin. başka başka cem yılmazlar ve salonlar dolusu insan, senin mesleğinle , sen ve muadillerinle, dr=sapık ana temalı ahlaksız şakalr yapıp, fıkralar anlatıp, gülmeye devam edecekler. sen se... nasılsa gülmeyi unutmuş olacaksın...

6.01.2008

mutsuzum. kendime gelmeye çalışıyorum. olmuyor. depresif kelamlarla kendimi tanıtmaktan bıktım. yorgunum kelimesinden nefret ediyorum. nefret kelimesinden de. bu nne böyle. isyanvari cümlelerim içimde kalıp yinelenip duruyor. bu ne böyle. sıkıldım artık. çok sıkıldım.
sevdiğim insanları özlemeyi özledim. görünce mutlu olmayı. çok mutsuzum ben. ağlamak istiyorum. herkes kötü. herkes memnuniyetsizlik saçıyor resmen neden . neden.herşeyi kaybetmiş gibiyim. neden.
saat gecenin üçü. ben neden uyumuyorum.zamanla savasmak bu. kendimle de. sürekli. yorgun olmaktan nefret ediyorum. kendimi cidden zavallı hissediyorum.